IMMANUEL KANT: ÜZERİMDEKİ YILDIZLI GÖK ve İÇİMDEKİ AHLAK YASASI

Kant'tan sonra Kant'a rağmen felsefe yapılamaz derler. Bu filozofun değerini ortaya koymak için söylenen bir retorik olsa da öngörülemez felsefe tarihini içine almasından ötürü fazla iddialı bir söz olmakla birlikte Kant'ın bu övgüye mazhar bir filozof olduğunu belirtmek gerekir. Kaldı ki Königsberli filozof özellikle epistemoloji alanında ortaya koyduklarından sonra kendisinden sonraki felsefe tarihi için epistemolojiyi bir anlamda vücuduna zincirlemiştir. Kant'ın ahlak felsefesi iki yüzyıldır hep bir yerlerde konuşulmaya ve tartışılmaya devam ediyor. Onun evrensel ahlak anlayışına katılıp katılmamanın ötesinde ahlak yasasına tutkuyla bağlı oluşu ilham uyandırıcıdır. Mezar taşında yazan son kısmıyla birlikte şunu diyecektir "İki şey, düşününce sık sık ve derin bir biçimde onlarla meşgul olunca, ruhu hep yeni kalan ve gittikçe artan bir hayranlık ve haşyetle dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası"

Kant, ilk çalışmalarını ünlü Alman filozof ve matematikçi Leibniz’in etkisi altında kalarak yapmış daha sonrasında ise John Locke ve David Hume’un fikirleri ile karşılaşarak insan bilgisinin sınırlarını belirlemeyi hedeflemiştir. Rasyonalizm ve Empirizm arasındaki çatışmayı kendi felsefi kuramı ile aşmaya çalışıp metafiziği de yeniden canlandırmayı amaçlamıştır. Saf Aklın Eleştirisi adlı ünlü eserinin önsözünde "Bir zamanlar tüm bilimlerin kraliçesi olan Metafizik şimdilerde kapı dışarı ediliyor" diyerek derdini vurgular. Ne rasyonalist ne de empirist olarak anılmak isteyen Kant kendisini 'transandantal idealist' olarak tanımlar.

Kant'ın felsefesinin merkezinde dört soru yatar. Bu sorulara verdiği cevapları kısaca açıkladıktan sonra ahlak felsefesine giriş yapalım:

1. Neyi bilebiliriz?

Kant için bildiğimiz her şey insani bakış açısıyla sınırlıdır; dünyayı ancak aklımızdan süzüldüğü kadarıyla bilebiliriz. Bilmek perspektifimize bağımlıdır.

2. Ne yapmalıyız?

Kant, ahlaki ikilemlerle karşılaştığımızda yalnızca evrensel bir yasa haline gelmesini olumlayabileceğimiz ilkeler üzerinden hareket etmemiz gerektiğini önermektedir. Hafta sonunu bir parkta bira içerek geçirmek mi yoksa bunun yerine Kant'ın aklın sınırlarına derinlemesine iniş yaptığı kitabını okumak mı? İnsanların yeteneklerini geliştirmek için asla uğraşmadıkları bir dünya düşünün, çünkü daha fazla keyif alabilecekleri şeyler vardır, mesela örnekteki gibi kimileri için bira içmek böyledir. Böyle bir dünyada müzik, sanat ve felsefenin varlığı mümkün olmazdı. Dolayısıyla Kant'ta kitap okumak benim için ahlaki bir görevdir.

3. Ne umabiliriz?

Kant için umut, ancak kesin olabilecek şeylerin metafiziksel olarak imkansız olması durumunda irrasyoneldir. Eğer mantıklı bir şekilde düşünüyorsak daireyi kare yapabilme konusunda umutlu olamayız. Ancak rasyonel olarak, ahlaki görevlerimizi insan olarak yerine getirmenin yaşamımızda bize mutluluk vereceğini ümit edebiliriz.

4. İnsan nedir?

Kant, insanların metafiziksel olarak olası bir hedefi belirlemek ve sürdürmek için gerekli olan radikal özgürlüğe sahip rasyonel ajanlar olduğunu söyler.

Eylem ve Akıl

-Kant, reflektif düşünüşü eleştirel hale getirir. Aklı ve aklın düşünüş biçimini de eleştirir
-Kant'ın amacı, zaman ve mekan üzerinde aklın sınırlarını belirlemektir

Kant, Saf Aklın Eleştirisi'nin önsözünde metafiziğin bir savaş alanı haline geldiğini söyler. Tanrı da bu savaşta hastalanmış, sorunlu bir kavram haline gelmiştir. Kant, Tanrı'yı bir düzenleyici olarak ele alır.

Akıl, bilmeye çalışırken teorik, eylemde bulunurken pratik tarafını kullanır. Teorik tarafta Tanrı kavramı sorunludur, çünkü akıl, Tanrı gibi transandant bir varlığı kapsayamasa da bilmeye, sınırları zorlamaya çalışmaktadır. Bilmenin bir sınırı olduğu için Tanrıyı ispatlamak mümkün değildir.

"Sophia", Descartes ile başlayan modern dönemle birlikte artık bilgi değil inanç ya da aşkınlıkla nitelendirilir.

Kant, bilimsel bilginin temeli olan sentetik a priori yargıların gerçekliğin bilgisinde nasıl bir işlevselliğe sahip olduğunu gösterir.

Kant için bütün insan eylemlerinin nihai amacı, mutluluk ve erdemin en iyi şekilde harmanlandığı en yüksek iyiye ulaşmaktır. En yüksek iyi, insanın pratik aklının bir idealidir. Kant'a göre en yüksek iyi gibi insanın imkanlarını aşan bir ideale ulaşmak için bir yardım edenin, yani Tanrının var olması gerekir. Tanrının var olup olmadığı bilinmemesine rağmen var olmasına ihtiyaç duyulur. Buna rasyonel inanç denebilir. Teorik aklın sınırları içinde ispatlanamayan Tanrı, pratik aklın yapısına uygun olarak postula edilerek var olması zorunlu kılınır.

Saf Aklın Eleştirisinde teorik olarak sorulan asıl soru "nasıl bilebilirim?" sorusudur. Ancak bu soru insanın tüm kaygısını karşılamaz. Teorik aklın sınırları dışında transandant bir varlık olan Tanrıya pratik akılda ihtiyaç duyulması onun var olduğunu göstermez.

Kant, dünyada ve dünya dışında kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek iradeyi hedefler ve mutluluğu da buna paralel olarak ikinci planda tutar.

Pratik akıl amaç koyan, eyleme geçen bir yapıdadır. Teorik akıl olanı, doğayı araştırırken, pratik akıl kendine hedefler, amaçlar koyarak olması gerekene, doğanın ötesinde olan bir hedefe ulaşmaya çabalar.

Pratik aklın özgürlük, ahlak yasası gibi kavramlarında bulunan gayelilik, doğanın buna göre düzenlenmesi gerektiği inancını oluşturur. Gerçeklik ile inanç arasındaki uçurumu kapatacak olan Tanrıdır.

Pratik Akılda Tanrı

Teorik Akıldan Pratik Akla Geçişte Tanrı

Pratik akılda Tanrıya bir gerçeklik kazandırılmıştır. Bu geçişte özgürlük, ölümsüzlük ve tanrı idelerinin üstlendikleri roller farklıdır. Tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük ideleri pratik akılda gerçeklik kazanır. Özellikle özgürlük idesi, pratik aklın olması için zorunludur. Bu ide olmadan teorik akıldan pratik akla geçiş mümkün değildir. Özgürlük, ahlak yasasının vazgeçilmez koşuludur.

Tanrı teorik akılda en fazla düzenleyici olabilirken, pratik akılda oluşturucu bir unsur olarak aklın sisteminin önemli bir aktörü haline gelir. Saf Aklın Eleştirisinde sorunlu bir kavram olan Tanrı, pratik akılda ihtiyaç duyulduğu için inanılan en yüksek nesne haline gelmiştir. Teorik akıl ve pratik akıl birleşir ve bunun sonucunda saf aklın sınırları genişler. Ancak elde edilen genişleme ve gerçeklik yalnızca pratik anlamdadır. Çünkü teoride sorunlu bir kavram olan Tanrı ispatlanmamıştır, söz konusu sadece pratik akılda en yüksek iyi olarak Tanrının onaylanmasıdır. Bu onaylamayla teorik bilgi genişlemez, aklın teorik kullanımı genişler. Genişleyen teorik bilgi değil saf akıldır ve genişleme işlemi teorik değil pratik biçimdedir.

Pratik Aklın Unsurlarının Zayıflattığı Tanrı İnancı

Kant’ın ahlak sisteminin en önemli unsurları özgürlük, özerklik, ahlak yasası ve insanın amaç olmasıdır. Bu unsurlar birbirlerine içkindir.

Özgürlük (Freiheit)

Kant’a göre aklın teorik işleyişi, tecrübe alanına özgürlük fikrini yerleştiremez. Özgürlük, fenomenal alanda imkansızdır. Özgürlüğün kullanılacağı alan, tecrübenin değil, pratik aklın yasallığında olmalıdır. Pratik açıdan bakıldığında özgürlüğü bilmekten ziyade ahlak yasası altında kullanmak söz konusudur. Bu anlamda özgürlüğün bilinmesi, ahlak yasası aracılığıyla elde edilen bilince işaret eder. Pratik akıl ahlak yasası aracılığıyla işaret eder. Özgürlük, pratik alanın bir bütün olarak kabulü için varsayılması gereken bir kavramdır. Tanrının bu bütünlük içerisinde önemli bir unsur olarak düşünülmesi dahi özgürlük sayesindedir. Özgürlük fikri pratik alanın imkan sorununu halletmekle, ölümsüzlük ve Tanrı fikirlerine teorik aklın sağlayamadığı biçimde kullanılma imkanını kazandırmaktadır.

Özerklik (Autonomie)

Kant’ta özgürlüğü kavramak için onu yaşamak gerekir ve özgürlüğün yaşanması bizi özerkliğe götürür. Yani kişi, özgürlüğü ahlak yasasınca yaşadıkça özerk olmaktadır. Kant’ta özgürlük, eyleme geçmek için başlangıçtır. Özgürlüğün pratik akla imkan sağlamasıyla başlayan ilk aşaması, rasyonel varlığın özerkliğiyle ilerler. Bu ilerlemede özerklik, özgürlüğün bilinmesiyle değil, kullanılmasıyla ortaya çıkan etkin bir yapıdır.
Kant’a göre özgürlük, ahlak yasasına uygun kararlar veriliyorsa mümkündür. Bu anlamda karar verme özgürlüğü olarak özerklik, insanın akıl sahibi bir varlık olmasının temelidir. Özerklik, aynı zamanda pratik aklın kendi kendini yetkin kılarak ahlaki yasaları belirleme imkanıyla da ilgilidir. Özgürlüğün yaşanması ahlak yasasına işaret eder, aynı zamanda her ikisi de özerkliğe. İnsan, özgür olduğunun farkında olduğundan özerk olması gerektiğinin de farkındadır. İnsan sadece kendice kendisine dayalı olarak eylemde bulunma gücünü gösterebildiğinde kendisini özgür kabul edebilir. Kendisinden başka bir kaynağa ya da otoriteye bağlı olmama, pratik aklın özgürlüğü için gereklidir.
Kant’a göre ödev; ahlak yasasına karşı insanın takınacağı doğru davranış biçimidir.
Ahlak yasasına duyulan ödev duygusunun özerklikle bir ilişkisi vardır. Ahlak yasası, insana ait olmakla özgürlük bilincini verdiğinden devamlı bu yasaya uymak da bir şarttır. Yani ahlak yasasına olan sorumluluk insanın ödevidir ve bu ödev kendi özerkliğinin meşru bir zeminidir. Pratik akılla elde edilen bağımsızlık kendi kendinden sorumlu olmaktır. Yani özerk kişi, özgürlük ilkelerine göre kendi kendini belirleyen varlıktır.
İnsanın özerkliği, kendi kendine yeter olmayı vurgulamaktadır. Tanrının insan aklında özerkliği kıracak ya da özgürlüğü zedeleyecek bir şekilde bulunmaması gerekir. Tanrı gerçek kılınsa ya da var kabul edilse bile insan iradesinde belirleyici olduğunu söyleyemeyiz.

Ahlak Yasası

Ahlak yasası, pratik aklın en az özgürlük kadar önemli olan bir nesnesidir. Özgürlüğün anlaşılması, nesnel gerçeklik kazanması ancak ahlak yasasıyla mümkündür.
Kant’a göre ahlak yasası nesnel, pratik bir ilkedir. Bu ilke öznel olsaydı sadece tek bir insan için geçerli basit bir kural olurdu ve bütün insanlar için geçerliliği olmazdı. Bu yüzden ahlak yasası, her insana eyleminin evrensel nitelikte olup olmadığının değerlendirmesini yapmasını ister. Yani ahlakın yasalılığı, evrenselliği ve zorunluluğu içerir. Kant’a göre pratik akıl olması gerekenle ilgilenir ve insan olması gerekeni ahlak yasasına göre meydana getirir. Böylece yapılan bir eylem benim için olması gereken değil, kendi değerinden dolayı olması gereken ve herkes tarafından yapılması gereken haline gelir. Dolayısıyla ahlak yasası, akıl sahibi olan herkesi ortak eyleme yönlendirir.

Üç Aşamada Kant’ın Ahlak Yasası:

1. Öyle eylemde bulun ki, eyleminin maksimi herkes için evrensel ilke olsun. (Özgürlük evrensel bir ilke olarak zorunlu kılındığında kişi evrensel düşünmeye itilir)

2. İlk madde şunu doğurur: Ben evrensel ilkeye uygun davrandığımda, eylemim sadece kendime göre değil, başkalarına da uygundur. Ben diğer insanları da düşünürüm. Her bir insan, bir diğer insanı amaç haline getirir ve bu bir ortaklık oluşturur. Ahlakın ikinci yasası bu ortaklıktır.

3. İkinci maddedeki ortak eylemlerin bütünlüğü bizi insanın ahlaki amaçlar dünyası kurmasına götürür. Ahlakın son yasası budur ve özgürlüğün aktif hale gelmesi de bu demektir.

Ahlak yasası Kant’a göre özgürlüğün içini dolduran malzeme değil, özgürlüğe somutluk veren bedendir. Kant ahlak yasasının ilkelerine uymanın bir ödev olduğunu ve ahlak yasasına saygıdan dolayı da buna uygun eylemde bulunmamızı söyler.
Kant için bir eylemin ahlakiliği yasadan dolayı yapılmış olmasındadır. Bir eylemin iyiliğinden bahsedebilmek için onun ahlak yasasına uygun olması gerekir, öyle istendiğinden yapmak değil. Tanrı için de emirlerine o istediğinden değil, tanrının emirlerinin ahlak yasasına uygun olduğu için yerine getirilmelidir. Tanrı ile ahlak yasası arasında bir karşıtlık söz konusu değil. Ancak insan tanrının emirlerine göre hareket ederse, özerkliği ortadan kalkar dolayısıyla ahlaklılıktan söz edemeyiz. Tanrının emirlerinin olması ya da doğruluğu değil, Tanrının emirlerinin belirleyici olması özerkliğe zarar verir.
Ahlak yasası bağlamında ortaya çıkan özerk insanın temel eğilimi ödev ve yükümlülükle hareket etmesidir.

İnsanın Amaç Olması

İnsanın amaç olması aklın etkinleştirilmesi ve bu bağlamda insanın yasa koyucu olarak karşımıza çıkarılmasıdır. Kant, insanı doğa yasalarını bilen bir varlık olmasının ötesinde yasa koyucu olarak konumlandırır.
Kant herkesi ahlak yasasına zorunlu olarak bağladığı gibi, herkesin bu yasaya uyması gerektiğinden hareketle bir amaçlar dünyası kurulabileceğini düşünür.
Ahlaklılık, iyi ve kötü gibi değerleri ön plana çıkarmaktan ziyade, iyiyi ve kötüyü belirleyen özerk insanı ön plana çıkarır. Ahlak yasası kutsaldır ve insanın kendi kendine koyabildiği bir üst sınırdır. Artık kutsallık insanın dışında değildir.

Pratik Aklın Diyalektiğinde Tanrı

En Yüksek İyi

En yüksek iyi, aklın işleyişi sonucunda ortaya çıkan ve daha üstünü düşünülemeyen ideal bir yapı arz eder. Teorik akılda hedef en yüksek sistematik birliğe ulaşmak iken, pratik akılda en yüksek iyiye ulaşmaktır.
Tanrı, pratik akılda en yüksek iyinin gerçekleşmesi için varsayılması zorunlu olan bir varlık halindedir. En yüksek iyiyi gerçekleştirme insanın ödevi, nihai amacıdır. Ve buna ulaşmak için tanrının varlığı şarttır. Yani tanrı, pratik aklın diyalektiğinde yer alan en yüksek iyiyle birlikte yer almalıdır.
En yüksek iyiyi anlamak için Kant’ın mutluluk ve erdemi nasıl ele aldığına bakmamız gerekir. Kant’a göre erdemli olmak, eğilimlere karşı koyarak eylemde bulunma bilincidir. Erdemli insan, eğilimlerin terbiye edilmesiyle olur. Erdemlilik insanın ideali değil, görevidir.
En üstün iyi, erdem ve mutluluğun bir bütünlük oluşturmasıdır. En üstün iyi aynı zamanda herkesin aynı durumu paylaştığı toplumsal bir yapıdır. Ancak aklın bir ideali olarak en yüksek iyiye ulaşması Kant’a göre mümkün değildir. Tanrı en yüksek iyi idealini gerçekleştirmeyi mümkün kılacak olan varlık olarak anlam ve önem kazanır. Tanrı haricinde hiçbir varlık erdemin ve mutluluğun orantılı bir biçimde bütün insanlara dağıtılmasını sağlayamaz. Ancak tanrıdan bahsetmek onun varlığının ispatlanması demek değildir, Tanrı, en yüksek iyinin gerçekleşmesi için ihtiyaç duyulan bir varlıktır. Tanrının en yüksek iyi nesnesinin gerçekleşebileceğine ilişkin idealle birlikte değerlendirilmesi ve postula edilmesi gerekir. En yüksek iyi bu dünyada gerçekleştirilemeyecekse bile bu yolda çabalanmalıdır.
Kant Tanrının varlığını bilmeyi ya da doğrudan imanı değil, varsayılmasının zorunlu olduğu rasyonel bir inanç anlayışına ulaşmak ister.

Mutluluk

Kant’a göre mutluluk, insanın zorunlu olarak arzu duyduğu ve iradeyi kaçınılmazcasına belirlemeye çalışan bir nedendir. Arzu duyan bir varlık olarak insanın mutluluktan kaçması mümkün değildir. Kant’a göre insanın mutluluğu elde etmesinin ötesinde farklı bir amacının olması doğa ile insan arasındaki farkı belirginleştirir. Doğa, aklı vermekle insanı sadece diğer varlıklardan ayrı kılmış olmaz. Aynı zamanda insana farklı bir amaç yüklemiş olur. İşte akıl, amaçlar koyan bir yeti olarak, mutluluğu amaçla birlikte uygun bir biçimde değerlendirme durumuna işaret eder.
Mutluluk hazza indirgendiğinde devamlı isteneceğinden, insanı aklına uyan olmaktan ziyade eğilimlerine uyan bir varlık olmaya götürür. Eğilimler üzerine kurulan mutluluk da kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlaki bir değerin, eylemin amacı haline gelmesine imkan tanımaz. Ama en yüksek iyinin olması, sadece erdemin değil, aynı zamanda mutluluğun da olduğu bir bileşimi gerekli kılar. Bu bileşimde mutluluk, erdemlilik sonucunda hak edilmektedir. Burada önemli olan nokta mutluluğun öznel yapısının, ahlaklılığın nesnel ve evrensel yapısına engel olmamasıdır. Kant mutluluğun tamamıyla kullanım dışı olmasını amaçlamaz.
En yüksek iyi göz önünde bulundurulacaksa, erdemliliğin sonucunda hak edilen ve adil bir biçimde verilen mutluluğun olması şarttır. Tanrı erdemliliğe göre mutluluğu verecektir ve ancak bu şekilde mutlak adil olan bir varlık olacaktır.

Pratik Akıldan Dine Doğru İlerleme

Kant, pratik akılda Tanrıyı en yüksek iyi nesnesi altına koyduğundan, din ile ahlak arasındaki geçişin anlaşılması gerekir. En yüksek iyi açısından pratik akıldan dine doğru ilerleyiş, Kant’ın sisteminin gereğidir. Ne bilebilirim sorusu teorik alana, ne yapmalıyım sorusu pratik alana, ne ummalıyım sorusu ise en yüksek iyiye ilişkindir.
Kant’ın ahlaklılığı, yasaların belirlediği biçimde eylemde bulunmaktır. Pratik aklın görevi erdemlilik iken, hedefi de erdemlilik sonucunda mutluluğun olduğu en yüksek iyiye kavuşmaktır. En yüksek iyiye ilişkin olarak ne ummalıyım sorusuna cevap verilmesi için dinin olması gereklidir. Kant’a göre din, ahlakın buyruklarının Tanrısal buyruklar olarak kabul edilmesidir. Pratik akıldan dine doğru geçiş, dine doğru giden yolun yalnız ahlaktan geçtiğini göstermektedir.
Din, ahlaklı olduğunda hak edilen mutluluğun verilmesini sağlayan öğretidir. Kant için din, içine mutluluğun katılma umudunun olduğu ahlaktır ve bu nedenle mutluluğun ahlaki olması ahlakın dinsel yönünü oluşturmaktadır.
Yani din, ahlaklılık temelinde ele alınmakta ve ahlakın bir bütün olarak pratik akıl tarafından belirlenmiş olan hedefinin gerçekleşmesi için insana uyarlanmış ya da uyarlanması gereken biçimi olarak değerlendirilmektedir. Ahlaki görevini yerine getiren insanın mutluluğu hak etmesi dine ve tanrıya götürülmektedir. Ancak erdemlilik sonucunda mutluluğun kazandığı nitelik ahlaki olarak kabul edilebilir.
Kant mutluluğun insanın elinde olması gerektiğine ilişkin bir yargının değil, elde edilebileceğine ilişkin bir umudun olmasını vurgulamaktadır. Din bu umuda ilişkin bir inanç olarak değerlendirilmelidir. Tanrı ile mutluluk birlikte düşünüldüğünde yaratıcı olarak kabul edilmenin önünde sevilen ve tapılan bir varlık haline gelir.

Dinde Tanrı

Ahlak-Din İlişkisi

Ahlak; herhangi bir belirlenime ihtiyaç duymaz. Çünkü bir eylemin ahlakiliği yasaya ve sadece özerk insana dayanmalıdır. Eylemin ahlakiliği sonucuna bakılmaksızın sadece yasaya göre davranmakla sağlanabilir. Buna karşın ahlak eyleme geçilmesi için yeterli şartı verirken eylemden sonra nereye varılacağını belirleyemez. Ahlak doğru eylem için herhangi bir amaca ihtiyaç duymaz, özgürlüğün kullanımı olarak yasa yeterlidir. Tanrı meselesinde saf akıl teorik anlamda sınırlıdır ve bu sınırı genişletmek için pratik aklın devreye girmesi gerekir. "Ne ummalıyım"? sorusu insanda ahlakın ötesinde bir arayışın mevcut olduğunu gösterir. Ne yapmalıyım sorusundan sonra ne ummalıyım sorusunun gelmesi dine işaret eder. Ahlaklılık en yüksek iyi için gerekli şart olsa da yeterli değildir. Saf akıl din aracılığıyla en yüksek seviyesine ulaşabilir. Kişinin ahlaktan dine ilerleyişi, çatışmanın aşılması ve en yüksek iyinin gerçekleşmesi içindir. İnsan, en yüksek iyiyi talep etmekte ama imkanlarının ötesinde olduğunu bildiğinden Tanrıyı ve dini yardıma çağırmaktadır. En yüksek iyi ideali, ahlakı Tanrıya, dolayısıyla ahlakı dine götürmektedir. Ahlaklı olunca gerçekleşmesi umut edilen en yüksek iyi ancak dinle mümkündür. Ahlakın yolu bu yönüyle dine bağlanmaktadır.

Kant'ın Yalın Din Anlayışı

Kant, teorik akılda sorunlu olan Tanrı kavramının pratik akılda sorun olmaktan çıkmasını Tanrıya ilişkin metafizik savaşın sona ermesi olarak görür. Kant, ahlaktan dine doğru geçişi ön görür. Kant din felsefesi yapan değil dini kendi sisteminde yerleştirmeye çalışan bir filozoftur. Yepyeni bir din anlayışından ziyade Hristiyanlığı daha sağlam bir zemine oturtmaya çalışır. Kant, dine ilerlemeyi rasyonel olarak gördüğü kadar dini de rasyonel kılmayı amaçlamıştır. Ödev, aklın yasaya karşı sorumluluğunu fark etmesiyse bu sorumluluğun içselleştirilmesi Hristiyanlıkla mümkün olabilir. Rasyonellik burada yalınlığa işaret eder. Kant sadece doğru değil aynı zamanda zorunlu yargıları açığa çıkaran bir rasyonaliteyi hedeflemektedir. Yalın aklın sınırları içinde kalan din sistemini oluşturan temel bir unsur olarak görülebilir. Sistemi belirleyen değil sisteme uyan bir din ve tanrı anlayışı hakimdir. Kant, dinde yaşanan çatışmayı akla öncelik vererek sonlandırmaya çalışırken dinin ahlaka indirgenip indirgenmememesinin doğruluğunu inceler. Kant'ın ortaya koyduğu, dinin özünde ahlakın olduğudur. Dini inançlar, zaman ve mekana dayalı olarak farklılaşmaları ve insan yorumu taşımalarıyla saf olamazlar. Din, ahlak olmadan herkese hitap edebilecek yapıda değildir. Nesnel yeterliliği sağlayan ahlaktır. Yapmak istediği inançları pratik aklın süzgecinden geçirip ayıklayarak tek bir ahlak dininin içerisinde toplamaktır. Kant'ın bu arzusu, dini, ahlak temelinde sağlam bir zemine oturtmaktır. Pratik akıl dinin formunu oluştururken vahiy veya kutsal metinler içeriğini oluşturur. Ahlak dini dendiğinde anlaşılması gereken akıl dinidir. Kant'ın ulaşmak istediği ideal saf dindir. Saf akıl, dini, ahlaki yapıdan almalıdır. Kutsal kitaptan ahlaki olan öğrenilerek din zengileştirilmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Ahlaki yaşamı gözeten ve tapınmayı önemseyen dinler. İlkinde tanrıdan talep edilen insanın ahlaki mükemmelliğini sağlamasıdır. İkincide amaçlanan dualarla elde edilecek mutluluktur. Ahlak önemli değildir. Kant'ın din anlayışında asıl önemli olan akıldaki ahlaki yapıdır. Dinin nasıl daha fazla ahlaki olabileceği kaygısı vardır. Bir din geçerliliğini aklın ahlaki ölçülerinden almalıdır. Kant, dini ahlaka indirgemeyi değil, ahlakla açıklamasını yapmayı düşünür. Kant, akılla çatışan bir dinin en nihayetinde kaybedeceğini belirterek aklın ön planda tutulması gerektiğini söyler.

Dinin İnsan Tarifi

Ahlak olması gerekenle ilgilidir. Olunması gereken erdemli insanı belirleyecek olan da ahlaktır. Dinin de aynı kaygıyı taşıması gerekir. Gerek ahlaklılık gerekse din, insanın iyiye doğru gelişimine yönelmektedir. Kant'ın ahlak eleştirisinde insanın rasyonelliği, özerklikle bağlantılıdır, bu akıldaki ahlak yasasından başka bir otorite kabul etmemektir. Pratik akılda bulunan ahlak yasası, insanı özel ve kutsal kılar. Kant, dinin amacının insandaki ahlaki yapıyı desteklemeye yönelik olduğunu göstermeye çalışır. Bu noktada Kant'ın dindeki insan anlayışı ile ahlaktaki inan anlayışı arasında fark bulunur. Bir yanda pratik akla sahip olan yetkin ve özerk kişi tasviri bir yanda da bu akıl dışında zaafları olan insan tipi. İnsan ile Tanrı arasındaki ilişki insanın ahlaki gelişimini belirlemeye yönelik olarak kurulmalıdır.

Eğilim ve Fıtrat

Kant iki görüşü ele alır. Daha eski ve dini olan bakış açısında insan başlangıçta mutluyken, cennette mutlu bir yaşam sürerken günah işleyerek dünyaya düşer. Dünya kötü, düşülmüş yer, insan kötü, günahkardır. İkinci modern görüşte dünyanın ve insanın bu kötü halinden iyiye doğru bir ilerleme kaydedilebileceği iddia edilir. Kant, insanın iyi veya kötü oluşunun doğuştan gelip gelmediği sorgular. İnsanda aşamalı olarak ele alınması gereken üç fıtrattan söz eder. Hayvani fıtrat, rasyonel fıtrat ve kişilik fıtratı. Fıtratın yanında Kant'ın kullandığı diğer kavram eğilim. Kant eğilimle insanın kötüye yönelme imkanına vurgu yapar. Kötü olan eğilimler değil, bu eğilimleri iradesi sonucu maksim haline getiren insandır. Ancak maksim haline gelen bir yatkınlık ya da eğilim insanı iyi kalpli ya da kötü kalpli yapabilir. Önemli olan eğilimlerin ne şekilde kullanıldığı, maksim haline getirildiğidir. Kant, insanın fıtratının iyi olduğu kabul edilse dahi önemli olanın insanı doğuştan iyi veya kötü diyerek belirlemek değil, insanı eylemlerindeki maksime bakarak iyi ve kötü şeklinde tanımlamaktır.

İyi ve Kötü Maksim

Kant, insanın ahlaki bakımdan yargılanabilmesi için nasıl doğduğuna değil, ne olduğuna ve bu anlamda ne yaptığına, ardında yatan niyete bakılması gerektiğini düşünür. Eylemin ardındaki maksimlere bakılması gerekiyorsa, iradenin ve iradeyi sağlayan özgürlüğün olması gerekmektedir. Eğilimin insandaki kötü olan tarafla ilgili olması, insanı kötü olarak nitelendirmek için yeterli değildir. Bu eylemlere ve bunları belirleyen maksimlere göre değerlendirilebilir. Akıl, özgürlük ile anlamlandırılıyorsa önemli olan nota eğilimlerin maksim haline gelip gelmediğidir. Kant için maksim eylemin akıldaki kaynağıdır. Dini referansla yerleşen insanın kötü olduğuna dair inanç Kant için doğru değildir. Kant, bu düşünceleriyle insanın Tanrıyla olan ilişkisinin ahlaki anlamda başladığına işaret eder. Kutsal kitabın dünyanın kötülük üzerinde yattığına vurgu yapması, tanrı ile insan arasındaki ilişkinin ahlaki olduğunu gösterir. Kant, Hristiyanlıkta yer alan temel fikri ahlak yasasına bağlamakta ve tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi bu açıdan başlatmaktadır. İnsanın maksimlerinin değerlendirilmesinden üç tür kalp ortaya çıkar. Kırılgan, saf olmayan ve bozulmuş. Kötülüğün olması insanda ahlaklılıktan bahsedebilmek için şarttır. Eylemde önemli olan husus insanın maksimlerini belirleyen akıldır. Eylemin insanın içinden gelmesi, yani maksimlerinin ahlaki olması gerekmektedir. Bu seviyedeki bir eylemi yerine getiren insan iyidir ve ancak bu seviyeye gelen bir insan Tanrının rızasını kazanabilir. En yüksek iyinin gerçekleşmesinde erdemliliğe göre mutluluk veren bir varlık olarak Tanrıya gidiş söz konusuydu. Kant'a göre kalpteki değişimin değerini tam anlamıyla kavrayabilecek olan Tanrıdır.

Kant'ın İman Yorumu

Kant ahlakta aklın belirlenimine önem verir. Aklın bir nesnesinden hareketle ulaşılmaya çalışılan Tanrının ne ölçüde aklı dışlayan imana ihtiyaç duyacağı tartışmalıdır. Kant iman konusunda en yüksek iyi nesnesini tartışmaz. Kanttaki ahlaki iman, kurtarıcı iman, remi iman gibi adlandırmalar iki kategoride toplanabilir. Resmi iman ve rasyonel iman.

Resmi İman

Kant'ın resmi iman tanımlaması tarihi ve kitabi imanla aynı kategoridedir. Tarihi iman, kilise ya da resmi bir otorite tarafından kullanılır. Resmi bir kurumun vahiy gibi kitabi bir unsuru yorumlamasıyla resmi iman ortaya çıkmaktadır. Kant'ın resmi iman tanımını anlamak için tarihi iman tanımını bilmek gerekir. Tarihi imanla kastedilen vahiydir ve vahyin doğruluğuna inanmakla da tarihi imana geçiş yapılır. Tarihi iman vahye doğrudan karşılık gelerek aynı zamanda kitabi imana atıfta bulunur. Kant doğrudan incili yorumlamasa da Hristiyanlık ve incilin ağırlı gözlenmektedir. Kant'ın resmi iman değerlendirilmesinde olumlu ve olumsuz iki yan vardır. Olumsuzluğun nedeni imanın rasyonel bir zemine dayanamaması. Kant'a göre iman akla dayanmalıdır. Kant'a göre insan gerçekliğinin bir sonucu olarak tarihi imanın olması kaçınılmazdır. Ahlakın dinden ayrılması tarihi bir gerçeklik olsa da amaçlanan dini ahlaki bir kimliğe kavuşturmaktır. Ahlakın dinden çıkması değil dinle başlaması lazımdır. Kant, vahiy ile saf aklın oluşturduğu din ya da rasyonel iman arasında mutlak bir uyumsuzluk olmadığını söyler. Kant dine rasyonel bir kimlik kazandırarak onu sağlama almayı amaçlar. Vahyin desteğine ve bu desteği bütün insanlara yaymak için kilisenin temsil ettiği resmi imana ihtiyaç duyulmaktadır. Kant'ın resmi imana karşı çıktığı nokta, insanın Tanrı'ya bir takım dua ve tapınmalarla ibadet etmesinin dinin özü kabul edilmesidir. Ona göre duayla değil ahlaki eylemle Tanrı'dan yardım beklenmeli ve onun yardımına layık olunmalıdır. Kant'a göre Tanrının iradesini yerine getirenler Tanrıya kendini gerçekten adıyanlardır.

Rasyonel İman

Kant'ın amacı tarihi imanı rasyonel imana dayandırarak kullanmaktır. Resmi ya da tarihi imanı reddetmek değil, onları rasyonel imanın uygun nesnesi haline getirmek amaçlanmaktadır. Rasyonel imanın temel yönü, ahlaki yaşam sürmekle ilgilidir. Kant, ahlaki yaşamın dinin özünü oluşturduğunu ve bunun haricindeki değerlendirmelerin yanılgı olduğunu iddia eder. Ahlaki değerlendirmeye imkan tanıyan akıl olduğu için imanın akla dayanması gerekir. Kant rasyonel imanın aşamalı olarak meydana çıkacağını düşünür. Çünkü insanlar vahiyle ısındırıldıktan sonra rasyonel iman sahibi olabilir. Kant özellikle sıradan insanın vahiy aracılığıyla pratik aklın ahlak yasasına uyma bilincine daha kolay varacağını düşünür. Kant için önemli olan tanrıya dua etmek değil tanrının emirlerini yerine getirmektir. Tapınmalar ve ayinler ahlaki bir amaç taşımadıkları sürece anlamsızdırlar. Ahlak yasasına uygun davranarak eylemde bulunmakla Tanrıya hizmet edilmiş olur. Kant için ancak ahlaki bir yaşam sürülerek tanrıya hizmet edileceğini düşünmek ahlaki imanı oluşturur. Rasyonel iman anlayışının özerkliğe zarar vermediği söylenebilir. Çünkü ahlaki yaşam sürmek tanrıya iman etmenin en uygun yoludur. Ahlaklı olmak erdemli olmak değil insan olmaktır. Erdemlilik bilinci ahlakın bir görev olduğunun farkına varıldığında kişi olmayı ifade eder. Tanrıya hizmet edildiğine inanmak da ahlaki imanı oluşturur. Erdemli olunduğunda mutluluğun tanrı tarafından verileceğine inanılması en yüksek iyi idealinin gerçekleşmesi demektir. Kurtuluş, en yüksek iyi ideali bağlamında değerlendirilerek ahlak ile din arasında paralellik kurulmaktadır.

Kant'a göre ahlaki bir toplum sadece insanı değil bütün insanlığı ilgilendirir. Ancak tanrının krallığında yaşanan bir erdemlilik evrensel olma iddiasını gerçekleştirebilir. Erdemli olmanın kendisi yetmez. İyinin kötüye karşı zafer kazanması hedefleniyorsa erdemliliğin tanrının başında olduğu bütün insanlığı ilgilendiren evrensel bir çabaya dönüşmesi daha doğru olur.

Tanrısal Yüceden İnsana Geçiş

Güzel bağlamında estetik yargının analizi: Tanrıya yakıştırılan yüce kavramının insan zihninde açığa çıkması için doğa üzerine yapılan gözlemden hareket edilmesi gerekir. Çünkü doğanın işleyişinin, gayesinin yüceyi yargı haline dönüştürecek malzemeyi vermesi beklenir. Kant, yargı yetisinin incelenmesinde yüce kavramıyla, teleolojik ispatın özündeki gaye kavramıyla tanrının varlığı arasında ilişkinin tesisi üzerinde durur. Kant'ın yüce kavramı Descartes'taki mükemmellik kavramı gibi akılsal bir yapıdadır. Ancak Kant bu kavramın var olmasından hareketle tanrının olması gerektiğini düşünmez. Kant yüce kavramını tanrının varlığının ispatlanması için değil insanın varlığının gelişmesi açısından değerlendirmek ister. Kant, Tanrıdaki yüce kavramının doğayla açığa çıkmasının insan tarafından değerlendirilmesi için olduğunu düşünür. Reflektif düşünme ve estetik yargı burada incelenmesi gereklidir. Kant'ta estetik yargı, gayesellik kavramı bağlamında güzel ve yüce ile bunları üreten beğeni yetisinin analizini içerir. Kant'a göre belirleyici yargı, tikeli evrensel altına düşünmenin bir sonucudur. Bu reflektif düşünmedir. Reflektif yargıda tikelin altında evrenselin aranması gayesellik kavramı sayesindedir. Estetik yargıyı ortaya koyan beğeni yetisi nesnenin biçiminde olduğunu varsaydığı gayeden haz duyar, onu güzel ve yüce olarak yargılar. Bütün bu yargılama işlemi reflektif düşünmeyi ifade etmektedir. Gayeselliğin tikelin altındaki evrenselliği arama olarak belirlenmesi, doğadaki şeylerin birlik içinde düzenlenmesinin anlamını sorgulamaktır. Birliğin gayeselliği mutlak zorunluluk taşımaz. Kant'a göre gaye bir nesnenin kavramının edimsel hale getirilmesiyle ortaya çıkar. Doğadaki şeylerin aynı zamanda bir çeşitlilik taşıdığı göz önünde bulundurulursa bunların biçimselliğinin ve birliğinin incelenmesi genel olarak doğanın gayeselliğinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Doğadaki gayeselliği incelemede reflektif yargı nesnel ve öznel olarak ayrılır. Kant'a göre nesnenin formunun yargılanması olarak estetik yargı güzele ilişkindir. Estetik yargı bir beğeni yargısı olarak hazzın dışında düşünülemez. Öznel olan hoşlanma reflektif yargı gücüyle, her öznede aynı biçimde bir hoşlanma olması gerektiğine dair evrensel yargıya dönüşür. Güzelin hoşlanmadan ayrılan tarafı budur. Öznedeki değişim ilk aşamada hazzı ifade eder. Sonra özne güzel, yüce gibi öznel olan nitelendirmelere dayanan ama evrensel olabilen yargılarda bulunabilir. Evrenselliği sağlayan temel husus gayesel olarak düşünmekle ilgilidir. Estetik yargı, nesneden dolayı bize olanla ilgili bir yargıdır. Bir davranışın güzel olması onun ahlak yasasına uygun olmasının ötesinde beğeni yargısı olarak ortak duyuya uygun davranmasıyla ilgili hale gelir. Kant'a göre doğadaki güzellik idealine sahip yegane varlık akıl sahibi insandır.

Kant yüceyi dinamik ve matematik olmak üzere ikiye ayırır. İki tür yüce belirlenmekte ve bunlar iki ayrı yetiye dayandırılmaktadır. Matematik yüce, bilgi yetisine, dinamik yüceyse beğeni yetisine aittir. Yücenin daha iyi anlaşılması güzel olandan hangi bağlamlarda ayrıldığının ortaya koyulmasıyla mümkündür. Güzel ile yüce estetik yargılar olsa da karşıtlardır. Karşıtlıkları güzel haz verirken, yücenin hazsızlık vermesidir. Güzel yargısı, nesnenin biçiminin güzelliğinden öznenin tatmin olması, yüce yargısıysa nesneyle karşılaşıldığında görülen yetersizlik ve korku sonucunda öznenin tatminsiz olmasıyla ortaya çıkar. Yüce, Kant tarafından acı veren olumsuz bir hazzı ifade etmekte ve hayranlıkla karışık bir duygu olarak değerlendirilmektedir. Yücenin haz vermesi, tam da yetersizliğin ve korkunun aşılmasıyla mümkündür. Güzel yargısı nesneye, yüce yargısı ise duyguları bir biçimd aşma becerisini hisseden özneye ilişkindir. Yüce, nesnenin biçiminden değil, büyüklüğünden etkilenmenin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Güzel nesnenin biçimiyle ilgiliyken, yüce nesnenin biçimsizliğiyle ilgilidir. Burada söz konusu olan biçimsizlik nesneden değil, nesneyi tasavvur etmeye çalışan hayal gücünün yetersizliğinden kaynaklanır. Kant, niceliksel olan büyüklüğün belirli bir şeyden daha büyük olmayı değil, her bakımdan büyük olan mutlak büyüklüğü yüce ile bir tutar. Güzel niteliğe, yüce ise niceliğe ilişkindir. Yüce olanın niceliksel büyüklüğü, matematiksel yüceye tekabül eder. Yüce tüm nesnelerin ötesindedir. Matematiksel yüceyi anlamakta iki kavram önemlidir: ayrımsama ve toparlama. Ayrımsama sonsuza kadar ayrıntıya gidebilirken, toparlama en büyük olana doğru gittiğinde ayrımsamadaki başlangıç noktası kaybedilir. Dinamik yücenin ortaya çıkması istek yetisiyle ilgilidir. Yüce yargısı, nesnenin boyutu karşısında duyulan yetersizliğin yarattığı şaşkınlık ve hayretle değil, nesnenin gücü karşısında duyulan korkuyla ilgilidir. Büyüklüğün tasnifinden hareketle matematiksel yüceye, gücün analizinden hareketle de dinamik yüceye geçiş vardır. Dinamik yücede karşımıza çıkan iki önemli kavram korku ve güçtür. Doğanın gücü karşısında duyulan korku, insanın kendisinin değersiz olduğunu değil, sahip olduğu diğer şeylerin değersiz olduğunu hissettirir. Burada olan doğanın küçümsenmesinden ziyade doğaya karşı insanın, kendisi haricindeki diğer şeyleri kenara koyma yüceliğini göstermesidir. İnsan ondan korksa da doğaya boyun eğmez. Kant'a göre doğanın kendisini sergilemesi bizdeki yüce duygusunun uyandırılmasına yöneliktir. Doğanın korkutucu gücünü aşmaya çalışmak, insanın ahlaki manada gelişmesine yardımcı olmaktadır. Çünkü doğa karşısındaki fiziki yetersizlik ve korku insanı ahlaki olarak bir arayışa iter. İnsanı insan kılan ahlaki yön, doğadan da değerli olmasına neden olur. Çünkü doğanın korkutucu gücüne insan ancak ahlaki değeriyle karşılık verebilir. İnsanı değerli kılarak yüce haline getiren onun ahlakiliğidir. Yüceden ahlaki olana geçiş, güzelden ahlaki olana geçişten daha zordur. İnsanın yüceden hareketle kendisindeki ahlaki olana geçiş yapması, doğaya yönelik bilgiyle değil, insanın kendisine yönelik olan bir bilinci hedeflemektedir.
Doğaya ilişkin olarak aradığımız cevabın verilmesi için doğanın dışına çıkmak gerekir. Gayeler koyabilen yetiye sahip olan insan, doğanın nihai gayesi olmalıdır. Mutluluk, haz ve doyuma indirgendiğinde elde edilen doyum yeterli gelmeyecektir. Mutluluğun haz vermesi onun ancak gayenin ahlaki anlamda belirlenmesiyle mümkündür. Nihai gaye insanı doğa karşısında yüceltmekten ziyade pratik akıl sahiplerinin bir araya geldiği evrensel bir toplum oluşturur. Amaçlanan şey doğayı değiştirmek değil insanlığı değiştirip geliştirmektir. İnsanın noumenal bir varlık olarak doğayla olan ilişkisinde ahlaksal ilkelerden hareket etmesi gerekir. İnsan, gayeler koyması bakımından nihai gayedir ve gayenin içini dolduran unsurların başındadır. Burada doğanın araçsallaştırılması, sömürülmesi anlamına gelmez. Dinamik yüce bağlamında işlenilen korkunun karşılığı tanrı değildir. Tanrı Kant için bir korku nesnesi değildir. Tanrı, doğaya karşı insana aşma imkanın verdiğinden saygı duyulan bir varlık olmalıdır. Tanrı, doğadaki güce karşı bizdeki ahlaki duyguları oluşturduğu için saygı nesnesidir. Güzel ve yücenin olduğu bir doğada minnettarlık, boyun eğme, kendini küçük görme gibi duygular, aslında ahlaklı insanın içinde olabileceği hallerdir. Ahlak yasası, insana yetersizliğini hissettirse de insanı doğadan daha değerli kılan bir işlevi de vardır. Doğaya yüce yargısını veren insan, bu durumu ancak boyun eğmeyi hissettiren ahlak yasasına bağlanmakla aşabilir. İlk eleştirisinde doğa kavramı, ikinci eleştirisinde ahlak kurulur ve son olarak üçüncü eleştiri bu iki alan arasında oluşan uçurumu kapatır.

Hasan Salih Kaymaz


Yorumlar

Popüler Yayınlar