EPOKHE'DEN NOEMA'YA: HUSSERL FENOMENOLOJİSİNİN "ÖZÜ"

                                                                                                   "Her türlü düşünce bir zar atımıdır"
                                                                                                                           Stéphane Mallarmé

Özet
20. yüzyılın henüz ilk yıllarında Husserl ile birlikte çağdaş felsefenin varlık sahasına adım atan Fenomenoloji, bütün yüzyılı etkilemiş ve içinde bulunduğu yüzyılın felsefe dünyasını belli ölçüde biçimlendirmiş, hemen hemen tüm felsefi tartışmaların içinde yer almıştır. 20. Yüzyıl felsefesinin dil ve zihin sorunsalları üzerinden şekillendiği söylenebilir. Fenomenoloji, bunlardan ikincisini, yani zihin sorunsalını ele alırken; Husserl’in bilincin yapısını incelerken geliştirdiği fenomenoloji özelinde bir değerlendirmede bulunma amacını taşır. Birinci Dünya Savaşının bilimlere olan etkisi üzerine, Husserl, fenomenolojiyi kesin bir felsefe bilimine dönüştürmek istemiştir. Fenomenolojiyi bir itiraz ve karşı koyuş olarak düşünmek olanaklıdır. Her şeyin belirli yasalara bağlı olarak bilinebileceğine ve duyumsanabileceğine dair kökten bir eleştiridir. Husserl fenomenolojisine genel bir bakışın ardından bazı başlıca kavramların incelenmesiyle birlikte Husserl fenomenolojisi bu çalışmada ele alınacaktır.

Giriş
Platon'da aşılması gereken bir nesne konumunda yer alan fenomenler, modern dönemle birlikte felsefe açısından daha geniş bir ilgi alanı kazanmıştır. Görünüşü ele almak antik dönemde Platon ile birlikte şekillenen felsefi yapı için öncelik değilken, felsefe, Kant ile birlikte görünüşün kendisiyle muhatap olmak durumunda kalmıştır. Descartes'ın ardından kurucu bilinç olarak görülen özne, nesneye yönelimli olan bilinçtir. Fenomenolojinin de asıl amacının bu yönelimin alanını genişletmek, ona mümkün olduğunca yaşam ya da ufuk kavramlarını kazandırmaya çalışmak olduğu söylenebilir. Buradaki problem, nesnenin ne olduğu değil, nesne olmaklığın ne olduğu gibi gözükmektedir. Bu düşünme pratiğinde de, fenomenler, duyulardan ziyade akla içkin olan öz fenomenlerdir. Burada esas, düşünmeye, belirli özleri canlandırmaya yönelik işlevsellik kazandırmaktır. Görünüşlere yönelen akıl da burada kurucu yapıdadır. Bu düşünme esnasında fenomenler bir bakıma araç haline gelmektedir. Gerçekliğe dair taşıdığı kaygıları giderme hususunda akla dayanan felsefe, bir gerçeklik biçimi olarak doğadaki gerçekliği boyunduruk altına alan matematiksel gerçekliğin taşıdığı kesinliğe ihtiyaç duyuyor gibi gözükmektedir. Bir şeye ilişkin kesin bilgiden söz edilmek istendiğinde onun kesinliği yine akla dayalı olan matematikten alınır. Husserl'in amacı buradaki kesinliği matematiksel kavramların ötesine geçerek anlamlandırma yolunu ortaya koymaktır.

Fenomenolojinin, bir felsefe veya yöntem olarak, günümüzdeki önemini etkin dönemi 19. yüzyılın sonlarında başlayan Alman-Çek filozof Edmund Husserl'e borçlu olduğunu söylemek mümkündür. İlk çalışmalarını Matematik Felsefesi üzerine yapmış olan Husserl, Philosophie der Arithmetik (Aritmetik Felsefesi, 1891) adlı kitabını yayınlamasının ardından Gottlob Frege tarafından getirilen eleştirilerle birlikte çalışma zeminini değiştirmiş, böylelikle, bir sonraki kitabı Logische Untersuchungen'de (Mantıksal Soruşturmalar, 1900), gerçeğin, insan zihnine bağlı olduğu tezini öne süren “psikolojizme” karşı yer alan bir tartışma başlatan Husserl, bu çalışmasında gerekli gerçeklerin psikolojizme indirgenemeyeceğini savunmuştur. Fenomenolojinin, bu noktada, Husserl'in gerçeği temel almak için bir yöntem geliştirme çabasıyla ortaya çıktığını söylemek mümkün olacaktır. Kesin bir bilim olarak felsefe, fenomenolojik yöntem ile özlerin araştırılması olarak inşa edilmektedir. Fenomenoloji, bilginin neliğine ilişkin bilimin içinde yer aldığı genel öz öğretisidir. Husserl bu noktada felsefenin görevini Platoncu terminolojiyi kullanarak, doxadan eidosa, yani temelsiz sanıdan sorunun özüne yol olarak tanımlar.[1] Hayatı boyunca titiz bir felsefe projesi yürütmeye çalışan Edmund Husserl, Mantıksal Araştırmalar'da, amaçlamış olduğu şeyi 'şeylerin kendisine geri dönmek' olarak açıklar.[2] Husserl ile birlikte yeni bir anlam kazanan Fenomenoloji; onun görüşüne göre deneyimde görünen şeyi ifade etmektedir. Husserl düşüncesinde empirizmin aksine önsel veya edinim öncesi bilginin varlığı kabul edilir. Bilinçte, deneyimimizden bağımsız halde geçerli bilgiler bulunmaktadır. Doğruluğu tecrübe ve gözlemlerimize dayanmayan bu bilgi türüne a priori bilgi denir. Fenomenolojik yöntemde ana amaç bilinçte var olan bu bilgilere ulaşmaktır. İnsan bilincinde hakikatin bilgisi mevcuttur. Saf genellik içinde sezgisel bilgi yakalanmaya çalışılır. Sezgi ile şeylerin kendisine dönme edimine gidilir. Fenomenoloji, bir düşünme biçimi olarak içeriğini Husserl'e borçludur. Gündelik hayat ve gündelik dilde duyumsanabilen her şey, olgu, vaka ve süreç fenomen olarak adlandırılabilir. Kant’ta numenin karşıtı, Hegel’de tinin tezahürüdür. Kant’a bakılırsa mümkün deneyimin mevzusu kılınabilen her şey fenomendir. Husserl içinse algılanan, hatırlanan ve deneyimlenen her şey, diğer adıyla görüngü, deneyimde kendini açığa vuran her şeydir. Fenomenolojiyi, fenomenlerin, yani şeylerin incelenmesi olarak tanımlamak mümkündür. Fenomenolojinin bir felsefe mi yoksa yöntem mi olduğu sıklıkla tartışılmaktadır, ancak her ikisi de olduğunu söylemek mümkündür. “İlk felsefe” olarak, önyargılar olmadan, tüm diğer felsefi ve bilimsel araştırmaların temeli atılmaya çalışılır. “İlk olarak, ciddi bir filozof olmayı amaçlayan herkes, hayatında bir kez, kendine çekilmeli ve kendi içinde, o zamana kadar kabul ettiği tüm bilimleri devirmeye ve yeniden inşa etmeye çalışmalıdır”[3] diyen Husserl, fenomenolojiyi bilincin temel yapılarının bilimsel çalışması olarak tanımlar. Bu yapıların tanımlanmasıyla, felsefede her zaman aranmış olan kesinliğin bulunabileceği Husserl tarafından vaat edilmiştir.

Sahip olduğumuz doğal tavır bize doğal olarak verili bulunanlara eğilmemiz gerektiğini söylemektedir. Oysaki yargılarımız bu dünyaya ilişiktir. Algıladıklarımızın ve anımsadıklarımızın gerçeklikle ilişkisi olmayabilir. Bu nedenle doğal bilgi geçerliliği çürütülebilen bilgidir. Bu yönüyle fenomenolojiyi bir bilgi eleştirisi olarak görmemiz mümkündür. Fenomenoloji, doğal tavra karşı felsefi bir yöntem, bir düşünme biçimidir. Fenomenolojinin merkezinde fenomenler vardır; tüm bu araştırmanın amacı, fenomenleri betimlemek ve özlerini açığa çıkarmaktır. Kelime anlamı olarak fenomen, kendini kendisinde gösteren, yani açığa vuran demektir. Fenomenoloji öyleyse, kendisini ne türden olursa olsun fenomenin kendisiyle sınırlayan, doğrudan verilmiş olmadığı sürece hiçbir öğeyi bu fenomene dahil etmeyen ve kendisini fenomenleri betimleme görevi üzerinden yapılandıran bir felsefedir.

Temel Kavramlarıyla Husserl Fenomenolojisi
İnsan zihni en geniş anlamıyla bir kavrayış platformudur. Buradaki en yetkin unsur ise bilinçtir. Bilinç, bahsedilen gerçeklik biçimlerinin arasındaki farkı ortaya koymak için bir farkındalık yetisi olma görevi taşır. Husserl'de bilinç, bir intensiyonalite, yani bir yönelimsellik olarak kendi dışında kendini her an yeniden oluşturur. Dolayısıyla bilinç, olmuş bitmiş tözsel bir varlık olmadığından kendi kendine yetmeyen bir özelliğe sahiptir. Bilincin kendini bilmesi, kendi varlığının farkına varması ancak kendi dışına çıkmasıyla mümkündür. Bir anlamda bilinç, tekil olanların ya da yargıların imkanı değil, gerçekliğin imkanıdır. Bu türden gerçekliği bilinç metafiziği olarak adlandırmak mümkündür. Bilinç sadece zamanı düzenleyen değil, bundan hareketle, bir bütünlük olarak yaşamı kurmaya çalışan dinamikliktir. Bilincin öznesine ilişkin yeni bir kavrayış, Husserl'e, hem doğalcılığın hem de tarihselciliğin iddialarını geçersiz kılma imkanı verecektir. Kesin bir felsefe, tüm ön kabullerden bağımsız olmalı, hiçbir şeyi kendinden açık bir doğru olarak görmemelidir. Buna ek olarak, Husserl, bilinç içeriklerinin bizim biricik bilgimizi temsil ettiği kabulünü de benimser. Husserl'in fenomenolojiyle yapmaya çalıştığı bilincin belirli bir nesneye karşı konumunu genelleştirmektir. Buradaki nesneyi bilgiye dönüştürmenin konumunu da yönelimsellik olarak değerlendirmek mümkündür. Yönelimsellik, yukarıda bahsedilmiş olduğu gibi, bireyin sürekli halde bir şeyin bilincinde olmasıdır. Bir aşama değil sürekli bir gerçekliktir. Yani kişi “düşünüyorum” diyemez, ancak “düşündüğümü düşünüyorum” diyebilir. Çünkü düşünme edimi her an bir şeyin bilincinde olma hali içerisinde gelişmektedir. Bilincin nesnesine yönelmiş oluşunu, her bilinç yaşantısının kendi nesnesini içerdiğini, her bilinç yaşantısının bir bilinci bulunduğunu ifade eder. Bütün düşünme biçimleri zaten bir şeyi kavramaya yöneliktir. Yönelimsellik, somut veya soyut nesnelerin zihinde hali hazırda temsil ediliyor oluşudur. Ancak bir nesneyi anlamlandırmak için onun saf gerçekliğine ulaşabilmek gereklidir. Bunun için de ilkin o fenomenle bağ kurmadan ona dair bütün bilinenleri reddetmek ve onun bilinçteki saf bilgisine ulaşmak gerekir. Bir şeyin görünmesi onun oluş ve bilinme biçimidir, bu durumda nesne ile bilinç arasındaki şeylerin ortadan kaldırılması bir şeyin ne olduğunun görülmesi anlamına gelmektedir. Yalın haliyle belirli bir nesnenin kendisini değil, nesnenin belirliliğini sağlayan özü görmek gerekmektedir. Burada nesnelerin doğal olarak var oldukları şeklinde biçimlenen doğal tavır bir gerçeklik sorunu ortaya çıkarmaktadır. Husserl, çıkış noktası olarak seçilmiş her bilginin, bilgi olarak tartışmalı olduğunu öne sürer,[4] öyle ki felsefe, bilgiyi, ancak ve ancak kendisinden şüphe duyamayacağımız bir noktaya kadar tartışmalı kabul etmelidir. Bu noktada Descartesçı şüphe yöntemi bir olasılık sunar; kesinliği ararken uygulanan yöntem, şüphenin artık anlamlı olmayan ve hatta mümkün olmayan sınırlarını çizmektedir. Doğal tavrımızda sahip olduğumuz özgün bilgi, öznel olmaktan çok, fikirlerin veya özlerin, nihai gerçeklerin bilgisidir, bunlar olmaksızın, şeyler, oldukları şey değildirler ve teoriye rehberlik ederler. Buradaki olası sorun algılanan nesnenin karşılığı olduğunu düşündüğümüz şeyle arasındaki uyumda gözükür. Husserl, bu doğal tavrın ortaya çıkaracağı gerçeklik sorununu aşmak için doğal tavrın paranteze alınmasını teklif eder. Paranteze almayla birlikte gerçekliğin olup olmadığı üzerine kesin bir yargıda bulunmaktan kaçınmamız, yani epokhe durumunda olmamız gerekir. Fenomenolojik indirgeme veya epokhe (Yunanca anlamıyla yargının askıya alınması, yargısızlık durumu) nesnel dünyayı bir kenara bırakmak ve nihai özne olarak tanımlanan aşkın egoya erişmek ve nesnenin özsel yapısına ulaşmak için doğal dünyanın gerçekliğine dair kanaat ve varsayımlarımızı, yani doğal tavrımızı paranteze almaktır. Örneğin bir binanın mavi renkli ön yüzeyini gördüğümüzde kolayca onun üç tarafı daha olduğunu ve onların da mavi renkte olduklarını düşünürüz. Ancak o yapının öteki üç tarafı olmayabilir, olsa da mavi renkte olmayabilirler. O halde yanılmamak için öncelikle genel olarak bina denilen yapıya dair bildiklerimizi paranteze almalı ve bilme sürecine bu varsayımlarımız olmadan başlamalıyız. Husserl'in epohke terimini kullanmasıyla şekillenen bu tutumla birlikte, sadece algılamamızla ilgisi açısından değil, düşünce tarihi içindeki ekollerin de paranteze alınması gerektiği öne sürülür. Aşkın egoyu serbest bırakan paranteze almayla birlikte dünya tarafından sunulan "kesinlikleri" kabullenmekten kaçınırız. Buradaki ana esas, bilinci, kendisinde bulunan özlerle herhangi bir dış müdahale olmaksızın yalnız ve özgür bırakabilmektir. Buradan hareketle Husserl'in fenomenolojisinin bir gerçeklik sorunundan ziyade bir kesinlik sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Bilincin perspektifinden hareket edilerek her türlü bilinç durumu incelendiğinden yaşama ilişkin bir kavrayıştan bahsedebilmek olanaklı hale gelmektedir. Peki, bu yolla kati bilgiye ulaşabilmemiz olanaklı mıdır? Husserl burada Kartezyen düşüncenin şüpheciliğinden beslenir. Her kuşkulanma anında kuşkulanmakta olduğumuz kuşkusuz kesindir.[5]. Bir bilginin geçerli bilgi olması için bir kesinliğe dayanması gerekir. Böylelikle, Fenomenoloji, buna cevaben saf bilgiye yönelmenin icap ettiğini söyler ve burada bilgiye ilişik kesin bilimi aşama aşama kurar: Öncelikle hiçbir verili bilgiyi bilgi olarak kabul etmememiz gerektiğini öğrenmeliyiz. Fenomenin gerçekliğine ulaşmak için fenomonolojik indirgeme yapılmalıdır. Fenomenolojik araştırmanın özüne inmek için de yeni bir düşünüş katmanına girmek gerekir. Saf bilgi fenomenine ulaşmak hedeflenir. Fenomen saf apaçıklığa indirgenmek istenir. Burada fenomenin kendinde verilmişliğine ulaşılır. Şeylere dair verili bilgiye değil, kendinde bilgiye ulaşılır.[6] Sistematik ve radikal epokhe redüksiyonun ilk aşamasıdır. Her apaçıklıkta (evidenz) bir şeyin varlığı ya da belirlenimi, o şeyin ya da belirlenimin kendinde kavranır ve bu kavrayış “şeyin kendisini” kavrayıştır. Buna, söz konusu varlığın var olduğuna ilişkin mutlak bir kesinlik de eşlik eder ve bu kesinlik, her türlü kuşkuyu ortadan kaldıran bir kesinliktir. Ancak apaçıklık durumunda, ilişkili olunan nesnenin, daha sonra kuşkulanılan bir nesne durumuna düşme ihtimali ortadan kalkmaz. Nitekim varlık dediğimiz şey salt bir dış görünüş olabilir. Apaçıklığın nesnesinin her zaman kuşku nesnesi haline gelebilmesi ve bu nesnenin var olduğundan kuşkulanılması, eleştirel düşüncenin bize önceden öğrettiği bir gerçektir. Buna karşın zorunlu apaçıklık, yalnızca genel olarak apaçık şeylerin ya da olguların var olduğuna ilişkin bir kesinlik değil; aynı zamanda eleştirel düşünceye, bu şeylerin ve olguların var olmasının hiçbir şekilde kavranılamayacağını kabul ettiren bir kesinliktir. Eleştirel düşüncenin apaçıklığı da, bir zorunlu apaçıklıktır ve dolayısıyla sözü geçen kavranılamazlığın varlığına ilişkin apaçıklık da, yani apaçık bir zorunlulukla verilmiş şeyin var olmamasının kavranılmazlığı da bir apaçıklıktır.

Redüksiyon indirgeme olarak adlandırılan süreç iki aşamada gerçekleşir. Bilginin kaynağına ulaşmak için ilkin ona dair bilinenler paranteze alınmalı sonra ise malumat bilinçte yeniden inşa edilmelidir. Çünkü bireysel bilinç nesnel içeriği kapsamaktadır. Birinci aşamada karşılaştığımız nesneye dair bilgilerimizi ve sanılarımızı paranteze almamız, ikinci aşamada ise o nesneyi bilincimizde yeniden inşa etmemiz gerekir. Husserl birinci adıma negatif, ikinci adıma pozitif yönde adım der. Redüksiyon bizi önce “saf ben”e götürür. Ardından yönelinen şeye (noema) ya da yönelinen bilince (noesis) götürür. Noema bilinç yaşantısında olan şeyin öz anlamı, düşüncenin içeriği olarak adlandırılmaktadır. Noesis ise somut, maksatlı, zihinsel süreç, bilinçli düşünme edimi, keşfetme dönemi olarak adlandırılmaktadır. Husserl, noema ve noesis kavramlarıyla özne-nesne dikotomisini ve empirik geleneği aşmaya çalışır. Nesneleri saf ve içkin bir sezgisellik arasında özsel yapılarını (noesis) ve nesnel kendiliklerini (noema) kavramaya çalışır. Her şeyin kendi arasında bir noeması vardır. Transandantal ben noemaya ulaşmaya çalışır. Noemaya ulaşmak için aşkın dünya epokheye alınır. Nihai aşamada ise bilgi zihinde tekrar anlamlandırılır. Husserl’e göre her kuşkulanma durumunda kuşkulanmakta olduğumuzun kesin olması, her noesis için de geçerlidir.[7] O halde noesisin görülerek dolaysız kavranması ve noesise sahip olma da bir bilmedir; noesis ilk saltık verilmişliklerdir[8], bu yüzden kuşku dışı sayılırlar. Husserl’in fenomenolojisinde noesis ile kastedilen şey, onun edimlerinin tümünü kapsar; aralarında kuşku duyma, anlama, doğrulama, yadsıma ve diğer yönelimsel edimler bulunur.[9] Ancak noesis söz konusu olduğunda neden kuşkuya yer olmadığı sorusuna gelince, Husserl bunu aşkın olma ve içkin olma kavram çiftiyle yanıtlar.[10] Redüksiyon sırasında paranteze alınan, anlamsal bir yapı olduğundan, bu benim de içinde bulunduğum dünyanın olduğu şey olarak olmaya devam etmesine hiçbir etkide bulunamaz. Yani ben epokhe uyguladığım sürece değişen tek şey, fenomenal dünyanın benim için taşıdığı anlamdır; o halde ben bununla sadece ve sadece doğal dünyanın benim dışımda nasıl olduğuyla ilgili savları görmezden gelmekte ve bu savın özgürce kullanılmasından çekinmekten başka hiçbir şey yapmamaktayım.[11] Böylece fenomenolojik redüksiyon, fenomenin bize doğrudan, kendisini sunduğu gibi görünmesini sağlamakta ve bu sayede sonuçta özlerin bulunmasına gidecek olan fenomenolojik betimlemenin kapılarını açmaktadır. Ancak ve ancak redüksiyon sonrasında fenomen, kendisini tüm diğer dış unsurlardan kurtarıp bilince saltık ve açık verilmişlik olarak sunabilir, öyle ki artık fenomen, fenomenolojik araştırmanın meşru nesnesi olarak yer alır. Böylelikle, Husserl, fenomenolojinin bilgi ile nesne arasındaki ilişkide yeni bir yaklaşım kurduğunu iddia etmektedir.

Husserl için hakiki felsefeye düşen görev, bilimle yaşama dünyası arasındaki uçurumu kapatacak kesin bir kavrayışı hazırlamaktır. Husserl, `yaşama-dünyasının' özüne ilişkin felsefi bir analiz gerçekleştirirken, fenomenolojik yöntemin bu göreve koşabileceğine inanır. Husserl'e göre, yaşam dünyası, merkezi bir kavram olarak, doğal tutumun teorik ve hala tartışmasız dünyasıdır: içinde yaşadığımız, düşündüğümüz, davrandığımız ve yarattığımız dünya. Bu yönüyle Husserl’in aşkın fenomenolojisinin, insanlar ve dünya arasında ortaya çıkan yabancılaşmayı azaltmaya çalıştığını söylemek mümkündür. Felsefi hayatı boyunca, Husserl, fenomenolojisini metafiziksel olarak nötr olan “başlangıcın veya kökenlerin bilimi” olarak geliştirmeye çalıştı. Buna karşın, Heidegger ve Derrida'ya göre, Husserl’in fenomenolojisi, metafizik bir “köken” kavramını varsaydığı için bir tür metafizik olmaya devam etmektedir.

Hasan Salih Kaymaz


               KAYNAKÇA

      -Edmund Husserl, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, Bilim ve Sanat Yayınları, çev.: Harun Tepe          
            - Michael Lewis-Tanja Staehler, Fenomenoloji, Fol Yayınları, çev.: Osman Baran Kaplan - Mehmet Demirhan - Mehmet Türkan - Nur Şahankaya - Mustafa Bozkurt Gürsoy
            - Rüdiger Bubner, Modern Alman Felsefesi , çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yayınları
            - Habip Türker, Yüksüz Diyalektik: Husserl Fenomenolojisi Üzerine Bir Deneme
            - William S. Sahakian, Felsefe Tarihi, çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yayınları

            -Nermi Uygur, Edmund Husserl’de Başkasının Ben’i Sorunu, Yapı Kredi Yayınları





[1] Rüdiger Bubner, Modern Alman Felsefesi , çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, s.21
[2] Habip Türker, Yüksüz Diyalektik: Husserl Fenomenolojisi Üzerine Bir Deneme, 2016, s.4
[3] Edmund Husserl, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, Bilim ve Sanat Yayınları, çev.: Harun Tepe, s.3
[4] Edmund Husserl, s.: 1
[5] Edmund Husserl, s. 56
[6] Edmund Husserl, s. 56
[7] Edmund Husserl, s.24
[8] Edmund Husserl, s. 2
[9] William S. Sahakian, Felsefe Tarihi , çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, İstanbul 1997, s.298-299
[10] Edmund Husserl, s.2
[11] Nermi Uygur, Edmund Husserl’de Başkasının Ben’i Sorunu , İstanbul 2016, s.40


Philosophy as Universal Science | The Modern Dilettante

Yorumlar

Popüler Yayınlar